Taraftar asla sadece taraftar değildir!
Topa direk girelim: Kulüplerin ekonomik parametrelerindeki
seyri, futbolu spor sayfalarından alıp ekonomi sayfalarına taşıyarak ciddi bir
dönüşümü beraberinde getirmiştir. Bu değişim tribün futbol sevgisini, arz talep
eğrisine teslim ederek belimizi bükmüştür. Bizleri kulüp bütçelerini yarıştıran
borsasavar haline getiren bu düzen bir sonraki aşamada oyuna hile karışmasına
da ortam hazırlamıştır. Bu da kapitalizmin kurallarının geçer akçe olmaya başladığı
ve artık kazanmak için her yolun mübah olacağı anlayışın meşrulaştığı hissini
uyandırmıştır. Şu laf ne kadar tanıdık
değil mi: Sahada değil, masa başında kazanmak!
İşin o takım ya da bu takımında değilim. Benim baktığım
pencere daha geniş bir alanı görüyor. Hangi takım, hangi yönetici ya da hangi
yönetim anlayışı mahkum edilmeye çalışıyor ilgilenmiyorum. Bu isimleri,
diğerlerini bizler istiyor hale getirilmedik mi zaten? En çok para kimde var
ise o gelsin başkan olsun demedik mi? Başkanlara borçlu kulüplerin inşa
edilmesine birlikte seyirci kalmadık mı?
Futbolumuzu etkisi altına alan skandallara çok farklı
ülkelerden örnekler veriliyor. Yunanistan’da şöyle oldu, Almanya’da böyle oldu,
İtalya’da Juventus küme düştü, Milan’ın, Fiorentina’nın puanı silindi. İşte
büyüyen futbol ekonomisinin, taraftarı müşterileştirmeye çalışan ‘acımasız’
futbol sevgisinin bir ürünü de bu: Şirketleşme! Desenize artık tam anlamıyla
dünya kulübü olduk!
Milyonlarca doların döndüğü, para babalarının dahi yaka paça
götürülüp tutuklandığı bir arenada olup bitenleri, haftasonu oynanacak maçın
açık tribününe bilet almak için iktisat yapan taraftarın bilmesinin,
sindirmesinin mümkünatı var mıdır?
Futbol ile aramıza perde çekmeyi her zaman bir başarı olarak
algıladılar. Önceleri şifreli yayınları,
tribünler boş kalmasın diye getirdik diyerek bizleri uyuttular. Ardından
kulüplerin en önemli gelir kaynağı oldu diyerek gönlümüzü aldılar. Şimdi de
yapılan yatırımlar boşa gitmesin telaşındalar. O açık tribünde haftalıklarını,
bahşişlerini, yövmiyeleri biriktiren, dişinden tırnağından arttıran bizlerin
yatırımlarından hiç bahseden yok! Gözümüze çektikleri perde yetmiyormuş gibi
şimdi de gönlümüze bir perde çekme telaşındalar.
Sesleniyorum! Bir hukukçu değilim, olup bitenleri de o
yukarıda sözünü ettiğim açık tribün taraftarı kadar biliyorum. Açıkcası daha
fazlasını da öğrenmek niyetinde değilim; duyduklarım pek çok şey çaldı zaten...
Modern iktidarın büyük bir şıklıkla sunduğu nimetleri elimizden alacağı
tehditlerine da karnımız tok. Futbola gelene kadar nelerimiz elimizden almadılarki!
Unutulmasın; taraftar asla sadece taraftar değildir.
Taraftar aynı zamanda futbolun asıl sahibidir. Çünkü halktır, emekçidir. Ve
içinde bulunduğumuz bu vahim tablodan da yine bizi bizden başkasının kurtarmayacağının
da farkındayız. Çaresizce futbola
tutunmamızı ve futbol sevgisini saçma sapan rituellerle doldurulmuş maskelerin
arkasından izlememizi isteyenlere karşı asıl haklının da mağdurun da kim
olduğunu haykırma vaktidir.
Bu çağrı Galatasaraylı, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı,
Trabzonsporlularadır. Hepimiz aslında izlediğimiz oyunun farkında olmadan bir
parçası olmuş durumdayız. Şirketleşen futbol ilkiminde amatör kalmayı
başarabilen ve oyuna renk veren sadece ama sadece bizlerin sesidir. Son
teknoloji ve onlarca kamerayla ekrana taşınan, muhteşem yıldızların tüm
becerilerini sahaya sunduğu, harika gollerin atıldığı, muhteşem kurtarışların
yapıldığı seyircisiz maçları bir
düşünün... Kim nasıl tat alıyor sizce?
Önce bizleri mahallemizden ayırdılar, sokak aralarında top
oynayan çocuklar azaldı. Derken birbirimizden ayırdılar. Birlikte izlediğimiz
derbileri izleyemez hale geldik. Sonra tribünde başladı ayrışmalar, maçı
nereden izleyeceğimize bütçemiz karar verdi. Şimdi de adaletin kılıcına teslim
olmuş durumda. Kimi neden savunacağını bilenler ve bilmeyenler olarak ayrıştık.
Farklılıklara tahammülü olmayan bu nedenle hayatımızı iki seçenek dışında
yaşamamıza izin vermeyen egemen gücün kılıcı!
Oysa bütün bu senaryoda biz neyi yanlış yaptık; akıma
kapılıp şuursuzca istenileni yapmak dışında. Şimdi hazır ve nazır yıkılmışken
iktidar, daha fazla sahip çıkalım futbola. Büyük topçuların, büyük paraların
değil, amatör ruhun egemen olduğu bir futbol iklimini birlikte inşa edelim. 90
dakika geçmeyecek ayak topunun senaryosu bizim kalemimizden çıksın.
Onların değil, bizlerin Galatasaray’ı, Fenerbahçe’si,
Beşiktaş’ı, Trabzonspor’u için... Onların değil, bizim Metin Oktayımız, Aykut
Kocamanımız, Metin-Ali-Feyyazımız, Hamimiz için... Onlar da seyircisiz
maçlarının tadını çıkartsunlar...
Futbol Mahkemesi
Sayın yargıç, ayak topunun bizlere verdiği hazzı elimizden
alıp bizleri masa başındaki hesapların kesim tarihlerini kontrol etmek zorunda
bırakan her kim var ise yeşil bir sahanın ortasında toplayıp, binlerce
taraftarın doldurduğu tribünlerden gelecek 90 dakikalık vuvuzela gürültüsüne
maruz bırakılmasını talep ediyorum.
Ekşi Futbol
Futbol, güçlünün dahi gücünü en büyük güç karşısında
kullanamayacağı, çaresizliği oynamak zorunda kalacağı egemenlik alametlerinden
biri. Bu egemenlik çağımızın en hafif silahlarından parayla dahi satını
alınamayacak kadar kudretli!
Romantik Komedi
Galatasaray teknik direktörü Fatih Terim , 2000 ruhunu
yeniden canlandırmak, takımını şaha kaldırmak istiyormuş. Terim’in ruh çağırma
ayinine Mesut Yılmaz’ın başbakan, Mehmet Ağar’ın da içişleri bakanı olarak
katılması gerekmiyor mu?
Müzik Kutusu
Yaşar Kurt dinliyorduk üniversite yıllarında. Uzaktan gelen
bir ses biraz bizi irkiltmiş, sorgulamaya vesile olmuştu. Ne bileyim öyle
sinirlerimizi gergin bir halde oturunca yazının başına, sonuna da ‘anne’ adlı
şarkıyla gelmek istedim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder