31 Mart 2010 Çarşamba

“Olay yerinde olmayı isterdim”

Radikal gazetesinin beğeniyle takip ettiğimiz yazarı Tanıl Bora’yı da yeşil sahanın dışına davet ettik... Sağolsun kırmadı bizleri ve güncel futbolun dışına çıktığımız bu alandaki sorularımızı yanıtladı... Gençlerbirliği’ne duyduğu sempatiyle tanıdığımız Bora, Dünya Kupası’nı bir yaz şenliği olarak değerlendiriyor... Ve Gençler’in Fenerbahçe ve Galatasaray’a farklı tarife uyguladığı maçları unutamıyor... Ama en çok “Ersun Yanal’ın ilk senesinde Beşiktaş’ı uzatmada 4-3 yendiğimiz sağanak maçta olay yerinde olmayı isterdim.” diyor

Tanıl Bora ne tür müziklerden keyif alır?

Müzikte zevkim ince değil, abur cuburcuyum. Çok farklı tarzlar var, sevdiğim. Ama şahsiyetsiz de değilim canım, toplama takım da olsa iyi kötü bir kadro sayabilirim. Hep eski oyunculardan oluşan bir kadro. Cazı çok severim, Art Tatum, Thelonious Monk ve Keith Jarrett’e özel düşkünlüğüm var. Klasik müzikte de piyanocuyum: Rahmaninov! Türk Müziğinde Nesrin Sipahi’nin şen şatır, gür, berrak söyleyiş edasına hayranım. Karadeniz, Orta Anadolu ve Güneydoğu türkülerini tutarım (Ege’yi mahsus saymadım!). Bir de Kızılordu korosuna bayılırım. Kuşak icabı, kaçınılmaz olarak, Pink Floyd. Pop: Sezen Aksu, eyvallah. Funda Arar’ın doğru şarkı sözü ve beste yazarını bulmasını bekliyorum.

Bir futbol programında kapanış için bir müzik istense nasıl bir seçimin olur?

Pink Floyd, Meddle. Bitişlerde diri bir melankoli olmalı.

Dünya Kupası denildiğinde aklına ne gelir?

Yaz şenliği… ilk izlediğim kupa 1974’ün izi derin. Bir vesileyle yazmıştım, herkes 74/Hollanda’ya hastadır, bense 74/Polonya’ya. Ne güzel, iştahlı bir takımdı. 1982 İspanya çok zevkliydi.

Bugüne kadar oynanmış maçlar düşünüldüğünde şu maçta tribünde olmayı çok isterdim ya da gittiğim şu maçı unutamadım dediğin bir maç oldu mu?

Tribünde izlediğim, unutamadığım maçlar, Gençlerbirliği’nin tatlı galibiyetleri. Hemen sayabilirim. 1994/95’te Moshe-Kona-Engin-Tarık’lı takımla Galatasaray’ı 3-1, Fener’i 2-1. 1996/97’de durup dururken Fener’i 4-1. 97/98’de küme düşmekten ucuz kurtulduğumuz sezon Fener’i 3-0. Sonra tabii 2001’de penaltılarla kazandığımız kupa finali. Ersun Yanal’ın ilk senesinde Beşiktaş’ı uzatmada 4-3 yendiğimiz sağanak maçta olay yerinde olmayı isterdim.

Son olarak da; hayranlık duyduğun bir futbolcu var mı? Şu yeteneği de dünya gözüyle izledim ya daha ne isterim ayak topundan dediğin bir isim oldu mu?

Çok. Beckenbauer’in başı yukarıda, oyunu arkadan yelpaze gibi açışı, Baresi’nin pis pis bakarak savunmayı ve tüm kâinatı idare edişi… Sakatlık ve konjonktür yüzünden ikbalden hakkını yeterince alamayan Dejan Saviçeviç’in inceliği. Gollerinden ziyade pas virtüöziteleriyle Cruyff, Maradona, Zidane. Cruyff’un canlı felsefesi. Maradona’nın tutkusu. Zidane’ın porselen dükkânında gezip de bir çay bardağına hale getirmeyen fil zarafeti. Eski usul sol açığın son şarkısı Ryan Giggs. Altın mekik İniesta&Xavi. Cambaz Messi. Gözümle gördüğüm yerli kıymetler: İlkgençken, bana yerli Beckenbauer gibi gelen Fatih Terim. Gençler’de oynar, eski usul savunma âmirliği yaparken Ümit Özat. Heba olan kariyerinin ilk ve son parlak yılına tanık olduğum Tarık Daşgün. Moshoeu. İki senedir Rüştü’ye hayranlık duyuyorum; “bitmeyişine”, olgunluğuna... Eh, Hagi’yi canlı izlemek de fena değildi.

Hiç yorum yok: