5 Nisan 2010 Pazartesi

“Hâlâ futbol izlediğimizi zannediyoruz”


Bu haftaki konuğumuzu tanıtmaya nasıl başlayacağımı bilemedim... Şöyle sağ baştan saymaya başlayayım, Radikal’in sevilen yazarı, NTV’nin eğlenceli programı ‘Yenilsen de yensen de’nin suncusu, Eurosport Türkiye’nin genel yayın yönetmeni... Onu şapkasız çıkmam tadındaki güler yüzünden tanıyorsunuz zaten... Evet değerli okurlarımız, Bağış Erten bu hafta ‘Karşı Pencere’nin konuğu... Ve diğer tüm konuklarımıza olduğu gibi Erten’e de güncel-futbolun dışında sorular sorduk...

Bağış Erten ne tür müziklerden keyif alır?

Ne tür müzik dinlersiniz sorusunun Richard Strauss, Duke Ellington ya da Louis Armstrong'a atfedilen nefis bir cevabı var. “Sadece iki tür müzik vardır: İyi müzik ve kötü müzik. Ben iyi müzik dinlerim.” Bunu tür ayırmadan güzel müzik dinlemeye çalışmak diye tercüme edebiliriz. Her daim Ahmet Kaya dinlerim mesela. Cem Karaca da. Ama bu aralar Oiva Voi, Zaza Fournier, Cohen, Hayko Cepkin dinliyorum bol bol. Cohen'in Londra konserini buldum. İstanbul konserinin neredeyse aynısı. Aylardır kulağımda. Bir de yeni kaybettiğimiz müzisyenlerin sesini hafızama kazımak için tekrar tekrar dinliyorum. Vic Chesnutt, Mano Solo, Lhasa de Sela.

Bir futbol programında kapanış için bir müzik istense nasıl bir seçimi olur?

Türkiye'deki pek çok program için Leonard Cohen'den dinleyelim: ‘Everybody knows’. “Herkes biliyor, zarlar hileli, iyiler kaybetti, dövüş şikeli, fakir hala fakir, zengin alabildiğine zengin.” Açık Radyo'da Libero diye bir program yapardık vaktiyle. Programın açılış ve kapanışında Blur'un ‘Song 2’yu kullanırdık. FIFA 98 oyununun da müziğidir. Onu ayrı severim.

Dünya Kupası denildiğinde aklına ne gelir?

Maradona gelir. Bir Dünya Kupası'ndan hatırladığım ilk sahne 1982 Dünya Kupası'nda Maradona'nın İtalya'ya tekme sallayıp kırmızı kart görmesidir. Sonra da sadece o ne yapacak diye futbol izledim. Haksızlık da etmeyeyim. Tanıl Bora der ki Dünya Kupası futbolun Ramazan'ıdır. Hakikaten de öyledir. 32 takım katılır. Ben 20'sini falan tutarım. Ama Afrika'da İspanya-Arjantin finali seyredersem ölsem de gam yemem.


Bugüne kadar oynanmış maçlar düşünüldüğünde şu maçta tribünde olmayı çok isterdim ya da gittiğim şu maçı unutamadım dediğin bir maç oldu mu?

Maradona'yı canlı izleyemedim. Onu canlı izlemek için çok şey verirdim. O zamanların Napoli-Juventus maçından bir fotoğraf vardır. Platini ve Maradona aynı karede. O maçı kaçırdık, hâlâ futbol izlediğimizi zannediyoruz. 1986 Dünya Kupası sırasında 13 yaşındaydım. Odamın bir duvarı Maradona, diğeri Platini'yle kaplıydı. O kupanın ek eksiği Almanlar yüzünden Platini-Maradona finali olamamasıdır. Gelmiş geçmiş en güzel Şampiyonlar Ligi maçlarından biri İstanbul'da oynandı: 2005 Liverpool-Milan. Ve ben 'oradaydım'. Bir basın mensubu olarak sesimin kısıldığı tek maç odur.

Ve son olarak dünya gözüyle şu futbolcuyu da izledim ya, daha ne isterim ayak topundan dediğin bir isim var mı?

Messi'yi canlı izleyemedim henüz. Maradona'yı kaçırdım. Onu kaçırmak istemem. Her maçını kaydediyorum. Dikkat ve hassasiyetle takip ediyorum kendisini. Bir de canlı izledikten sonra rahat rahat söylerim, daha ne isterim diye. Boyu boyuma uygun, huyu huyuma.

Hiç yorum yok: