31 Mart 2010 Çarşamba

Haber: İnter avantajla döndü

Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk maçında Inter Milito'nun attığı golle CSKA Moskova'yı 1-0 yendi ve avantajı yakaladı.2003 yılından beri Şampiyonlar Ligi’nde yarı final yüzü göremeyen Inter, CSKA’yı 1-0 yenerek rövanş maçı öncesi avantaj sağladı. Karşılaşmanın ilk yarısı golsüz sona ererken 65. Dakikada Arjantinli Diego Milito sahneye çıktı ve takımını 1-0 öne geçiren golü kaydetti.

Haber: Barca'nın deplasman fobisi

Avrupa Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk maçında, Arsenal Emirates Stadı’nda Barcelona’yı ağırladı. Ibrahimovic'in golleriyle 2-0 öne geçen Barcelona, önce Walcott sonra da penaltıdan Fabregas'ın gollerine engel olamadı ve karşılaşmadan 2-2'lik beraberlikle ayrıldı.

“Olay yerinde olmayı isterdim”

Radikal gazetesinin beğeniyle takip ettiğimiz yazarı Tanıl Bora’yı da yeşil sahanın dışına davet ettik... Sağolsun kırmadı bizleri ve güncel futbolun dışına çıktığımız bu alandaki sorularımızı yanıtladı... Gençlerbirliği’ne duyduğu sempatiyle tanıdığımız Bora, Dünya Kupası’nı bir yaz şenliği olarak değerlendiriyor... Ve Gençler’in Fenerbahçe ve Galatasaray’a farklı tarife uyguladığı maçları unutamıyor... Ama en çok “Ersun Yanal’ın ilk senesinde Beşiktaş’ı uzatmada 4-3 yendiğimiz sağanak maçta olay yerinde olmayı isterdim.” diyor

Tanıl Bora ne tür müziklerden keyif alır?

Müzikte zevkim ince değil, abur cuburcuyum. Çok farklı tarzlar var, sevdiğim. Ama şahsiyetsiz de değilim canım, toplama takım da olsa iyi kötü bir kadro sayabilirim. Hep eski oyunculardan oluşan bir kadro. Cazı çok severim, Art Tatum, Thelonious Monk ve Keith Jarrett’e özel düşkünlüğüm var. Klasik müzikte de piyanocuyum: Rahmaninov! Türk Müziğinde Nesrin Sipahi’nin şen şatır, gür, berrak söyleyiş edasına hayranım. Karadeniz, Orta Anadolu ve Güneydoğu türkülerini tutarım (Ege’yi mahsus saymadım!). Bir de Kızılordu korosuna bayılırım. Kuşak icabı, kaçınılmaz olarak, Pink Floyd. Pop: Sezen Aksu, eyvallah. Funda Arar’ın doğru şarkı sözü ve beste yazarını bulmasını bekliyorum.

Bir futbol programında kapanış için bir müzik istense nasıl bir seçimin olur?

Pink Floyd, Meddle. Bitişlerde diri bir melankoli olmalı.

Dünya Kupası denildiğinde aklına ne gelir?

Yaz şenliği… ilk izlediğim kupa 1974’ün izi derin. Bir vesileyle yazmıştım, herkes 74/Hollanda’ya hastadır, bense 74/Polonya’ya. Ne güzel, iştahlı bir takımdı. 1982 İspanya çok zevkliydi.

Bugüne kadar oynanmış maçlar düşünüldüğünde şu maçta tribünde olmayı çok isterdim ya da gittiğim şu maçı unutamadım dediğin bir maç oldu mu?

Tribünde izlediğim, unutamadığım maçlar, Gençlerbirliği’nin tatlı galibiyetleri. Hemen sayabilirim. 1994/95’te Moshe-Kona-Engin-Tarık’lı takımla Galatasaray’ı 3-1, Fener’i 2-1. 1996/97’de durup dururken Fener’i 4-1. 97/98’de küme düşmekten ucuz kurtulduğumuz sezon Fener’i 3-0. Sonra tabii 2001’de penaltılarla kazandığımız kupa finali. Ersun Yanal’ın ilk senesinde Beşiktaş’ı uzatmada 4-3 yendiğimiz sağanak maçta olay yerinde olmayı isterdim.

Son olarak da; hayranlık duyduğun bir futbolcu var mı? Şu yeteneği de dünya gözüyle izledim ya daha ne isterim ayak topundan dediğin bir isim oldu mu?

Çok. Beckenbauer’in başı yukarıda, oyunu arkadan yelpaze gibi açışı, Baresi’nin pis pis bakarak savunmayı ve tüm kâinatı idare edişi… Sakatlık ve konjonktür yüzünden ikbalden hakkını yeterince alamayan Dejan Saviçeviç’in inceliği. Gollerinden ziyade pas virtüöziteleriyle Cruyff, Maradona, Zidane. Cruyff’un canlı felsefesi. Maradona’nın tutkusu. Zidane’ın porselen dükkânında gezip de bir çay bardağına hale getirmeyen fil zarafeti. Eski usul sol açığın son şarkısı Ryan Giggs. Altın mekik İniesta&Xavi. Cambaz Messi. Gözümle gördüğüm yerli kıymetler: İlkgençken, bana yerli Beckenbauer gibi gelen Fatih Terim. Gençler’de oynar, eski usul savunma âmirliği yaparken Ümit Özat. Heba olan kariyerinin ilk ve son parlak yılına tanık olduğum Tarık Daşgün. Moshoeu. İki senedir Rüştü’ye hayranlık duyuyorum; “bitmeyişine”, olgunluğuna... Eh, Hagi’yi canlı izlemek de fena değildi.

Tribünler Ertuğrul Sağlam'a tapıyor


Bursaspor’u dakika dakika takip eden NTV muhabiri Devrim Çetin ile Bursapor’un yükselişi ve tribünlere yansıması üzerine lafladık... Devrim Bursa’da olan biten ne varsa aktardı, şehrin şampiyonluğa hazır olduğunun altını çizdi... “Şehrin şampiyonluk için hazır olmamasına bir neden yok. Aslında bazı kesim Avrupa’ya gitsek bile yeter derken, bazıları ise bu kadar gelmişken buradan şampiyonluğu vermeyelim diyor. Ama tüm Bursa şampiyonluğa hazır diyebilirim. Bunu İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçındaki 30.206 biletli seyirci gösterdi sanıyorum.”

Tribünlerin de nabzını yakından tutan Devrim’e göre yeşil beyazlı yürekler havaya girmiş bile
, “Bursa şehri şampiyonluğa susamış durumda ve en son Denizlispor maçında karnavaldan farkı yoktu ortamın. Maçtan 1 saat önce Mudanya bandosu, maç başlamadan önce saha kenarında kılıç kalkan ekibi ve tribünlerdeki müthiş coşku. Bursasporlu taraftarlarla sürekli irtibat halindeyim ve tek deplasman olarak Galatasaray maçını görüyorlar. Diğer deplasman Gençlerbirliği maçında ise Ankaragücü tribünleri (rahat olun, biz sadece 15 bin kişi oluruz) demiş zaten.”

Peki bu şampiyonluk lafı baskı yaratıyor mu? “Şampiyonluk lafı futbolcularda baskı yaratmıyor tam tersine inanılmaz bir şekilde motive olmuşlar buna. Ben sürekli oyuncularla irtibat halinde olan biriyim ve bunu en az 4-5 futbolcuyla konuştum daha önce. Son maçlarda bir heyecan oluyor mu, nedir durumunuz dediğim her futbolcu (tabiki az da olsa var ama biz maç maç düşünüyoruz, o şekilde daha kolay sonuca gidiliyor) diyorlar.”

Adettendir, sormadan edemiyorum... İdmanlara baklava-çörek gitmeye başladı mı? “İdmanlarda Ertuğrul Sağlam zaman zaman taraftara açık yapıyor ve yarı maç gibi dolu oluyor idmanlar. Baklava-çörek zaten her açık antrenmanda ve taraftara açık olmayan antrenmanlarda bile gidiyor.”

Yaşlısı genci Bursa halkı futbolu gündemin ilk sıralarına taşıdı mı? “Şu anda Bursa’da herkesin gözü Bursaspor’da. Bulunmaz bir fırsat olarak görülüyor şu andaki puan cetveli ve kalan maçlar. Buraya kadar gelinmişken şampiyonluğun kaçırılmaması isteniyor.”

Ergiç denilince orta saha mı yoksa duruş mu aklına geliyor? “Benim Bursaspor’da en çok beğendiğim oyuncu. Sezon başında alındığında da en çok bu oyuncu için sevinmiştim ve hatta hayret bu adam buralara nasıl geldi bile dedim yakın çevreme. Bence Ergic denince hem orta saha hem de duruşu aklıma geliyor.”

Ozan İpek mi, Volkan Şen mi... Ertuğrul Sağlam mı, Ergiç mi... Bursa taraftarı daha çok hangi kanadı kullanmayı seviyor? “Ertuğrul Sağlam’a tribünler adeta tapıyor. Yıllardır küfür ile söylenen Bursaspor’un meşhur üçlüsü tezahuratı vardı ve Ertuğrul hoca onun küfürsüz söylenmesini rica etti ve artık bu tezahürat küfürsüz söyleniyor.”

Sence Bursa'nın kendi çocuklarının takımın başarısındaki rolü nedir? “Sercan Yıldırım’ın artık kalitesini tartışmaya gerek yok sanırım. Volkan Şen için de aynı şeyler geçerli. Sercan bu sezon sakatlığı nedeniyle takıma çok fazla katkı koyamadı belki ama Volkan Şen oynadığı maçlarla gereken katkıyı gösterdi. Son maçlarda A takıma yükselen İsmail Haktan Odabaşı var ve geleceğin yeni Volkan Şen’i diyorum ben kendisine. Ayrıca Muhammed Demir, Serdar Aziz, Eren Albayrak gibi oyuncular da forma bekliyor.”

3 büyük deneyimi olan oyuncuların tribünle diyaloğu nasıl? “Tribünlerle diyaloğu iyi olmayan bir oyuncu yok. Zaten tribünlerle arası kötü olan bir futbolcu olsa Bursa’da oynamaya devam etmesi çok zor.”

Taraftarın en çok sevdiği tezahürat... “Atkı şov eşliğinde Odam kireç tutmuyor...”

En çok ilgi gösterdiği futbolcu... “Aslında bütün futbolculara ilgi müthiş ama bu sezon genelde yedek kulübesinde oturmuş olmasına rağmen sempatik hareketleri nedeniyle Krita tribünlerde çok sevilen bir isim.”

Gerçekten timsah getirme durumu söz konusu mu? “Aldığım son duyuma göre İngiltere’de yaşayan bir Bursasporlu iş adamı son oynanacak Beşiktaş maçına kafes içinde timsah getirilmesi için sponsor olmayı kabul etmiş. Sanıyorum bu son maçta olacak.”

Sezon sonunda yıldız adaylarından ciddi gelir elde etme planı var mı? “Anladığım kadarıyla şampiyon olunduğu taktirde elindeki yıldız oyuncular (Sercan Yıldırım, Volkan Şen, Ozan İpek) satma taraftarı değiller, hatta yönetim en az iki tane ismi Avrupa’da da bilinen yabancı oyuncu getirme çabasında.”

Medya başarının dostu, taraftarı Bursaspor'u başarısızken de destekliyor mu? “Bunun için çok kısa bir şey yazsam yeterli olur herhalde. Bursaspor tarihinde sadece bir kez 2. Ligde oynadı ve o dönemde bile Bursaspor’un maçlarında 20 bin civarında seyirci oluyordu. Bu herhalde herşeyi anlatıyor...”

Şampiyon olunursa nasıl bir kutlama planlıyorlar... “Bu herhalde son haftalara doğru netleşir, şu ana kadar bu şekilde ya da şu şekilde farklı bir şey olacak diye bir şey işitmedim.”

Son olarak; şampiyon olunamazsa şu ana kadar ki başarı desteklenir mi? Yoksa hayalkırıklığı olarak mı görülür? “Taraftar kalan maçlar itibariyle bir daha böyle bir şans gelmesinin zor olduğunu ve bu fikstür avantajının değerlendirilmesi görüşünde. Türkiye’de 5. şampiyonun yıllardır gelmediği ortamda bu kadar gelinmişken buradan şampiyonluğun verilmesi tabiki sadece Bursa’da değil tüm Türkiye’de hayal kırıklığı yaratabilir.”

Güle güle Alp Can


Oktay'la birlikte Alp Can için haftalık panorama hazırlıyorduk... Dirsek temasındayız o günlerde, haftada iki hatta üç kez bir araya geldiğimiz oluyordu... bi gün Bakırköy'de bir meyhane çıkartması yaptık, kafaları çekiyoruz... Alp, hafiften çakıra bağlamış o bildik lafı çıkartmıştı ağzından, "rakı içen öldü de, su içen ölmedi mi?"..
Toprağın bol olsun dostum, huzur içinde uyu...

NAKLEN YAYINLAR


3 Nisan Cumartesi
14:45 M.United-Chelsea SPORMAX
16:00 Inter - Bologna NTVSPOR
17:00 Arsenal-Wolverhampton SPORMAX
19:00 Fenerbahce U-T.Telekom SPORMAX
19:00 Bursaspor-Antalyaspor LIGTV
21:00 Barcelona - Athletic Bilbao NTV
22:00 Palmeiras-Oeste SPORMAX
22:00 Montpellier - Monaco KANALA

4 Nisan Pazar
01:05 Butler - Michigan State NTVSPOR
03:45 West Virginia - Duke NTVSPOR
14:00 G.Saray CC-Mersin BSB SPORMAX
17:00 Birmingham-Liverpool SPORMAX
18:00 Valencia - Osasuna NTVSPOR
18:00 Everton-West Ham SPORMAX
18:00 Marsilya - Lens KANALA
19:00 Fenerbahce-Kayserispor LIGTV
20:00 Racing Santander - Real Madrid NTVSPOR
20:15 Burnley-Manchester City SPORMAX
22:00 Itiano-Corinthians SPORMAX
22:00 Auxerre - PSG KANALA

5 Nisan Pazartesi
20:00 Sivasspor-Galatasaray LIGTV

Siyah-beyaz en büyük barış!


Sporda elde edilen başarı/başarısızlığın toplumsal hayata yön veren dinamiklere nasıl etki ettiğini ustaca işleyen bir film, "Invictus/Yenilmez"...

Robben Island'da kurulan Makana Futbol Ligi'nin kurluşunu anlatan ve Junaid Ahmet'in yönettiği "More than just a game" adlı filmin ardından bu kez de Eastwood, "Invictus" ile Nelson Mandela'nın hayatından bir kesit sunmakta... Siyahi liderin beyazların sporu olan 'rugby' aracılığıyla, koca bir ulusu ortak değerler etrafında toplaması konu ediliyor...

Mandela, Apartheid döneminin Güney Afrika'da açtığı yaraları sarmanın çözümünü rugby'de buluyor, bu sporun siyah-beyaz herkesi birleştireceğine anlatıyor; zaman ve mekan ayırt etmeden herkese... Rugby Dünya Kupası'ndan 1 yıl önce makamına davet ettiği kaptan François Pienaar'ı da 'resmen' hayaline ortak ediyor...

27 yıl esaret altında kaldığı Robben Island'da bir anlamda ayakta durmayı başarmasına yardımcı olan (filmin de isim babası) W. Henley'in 'Invictus' adlı şiirinde geçen , "Kaderimin efendisi benim / Ruhumun kaptanı benim" dizelerini kaptanla paylaşıyor...

Sonra sadece kaptan değil, beyaz perdenin karşı tarafında oturan ve hayatının bundan önceki döneminde rugby'ye çok da fazla ilgi duymamış olan ben de dahil olmak üzere, hep bir ağızdan "good luck bokke" tezahüratlarını dilimize pelesenk ediyoruz...

Sonuç olarak, Mandela'nın inancı, bütün takıma geçiyor, Güney Afrika kupayı kazanıyor..

Kupayı kazanmanın da ötesinde, siyahı, beyazı, el ele, kol kola kutluyorlar zaferi...

Sizin de bir toteminiz var mı?

Taraftarı olduğu takımın maçı kazanması için kimler neler yapmıyor ki! Maç izlerken aynı şeyleri giymek, aynı koltukta oturmak, yer değiştirmek, hep olumsuz yorumlar yapmak, karşı takımı övmek... Hem totem yapmak için öyle uzun uzadıya bir araştırma yapmanıza da gerek yok, kim ne yapar ne eder çabasıyla.. Hemen yanıbaşınızdaki arkadaşınızın, en keyifle izlediğiniz topçunun ve tabii sizin de bir totenimiz olabilir... Sabah gazetesinin gaçan hafta konuyla ilgili bir haberi vardı... Bir toteminiz var mı sorusunu sormuşlar..

Okay Karacan'ın sinema totemi, “tribüne gittiğim günlerde her zaman 11:00 seansına sinemaya giderdim, o zaman maçlar da 15:00'te oynanırdı, oradan da tribüne... Ve Beşiktaş hep kazanırdı. Sanki sinemaya gitmesem kötü olacak, diye düşünürdüm”....

Banu Yelkovan'ın tahminsizlik totemi, “Maçtan önce skor tahmini yapmam. Yapmak zorunda kalırsam da gerçek tahminlerimi söylemem, uğursuzluk olmasın diye”...

Levent Tüzemen ise bu konuda biraz daha aşmış durumda, kendisini büyücü sananlar kabilesinde, sonuçları önceden görmüş bir abimiz...

Ebru Kılıçoğlu'nun ise mandalina sevdasına denk geldik, “GS'nin deplasmandaki bir maçında mandalina yerken gol atmıştık, maç sonuna kadar bütün mandalinaları yemek zorunda kaldık.”

Abdurrahim Albayrak ise yerinde duramayanlardan, “Maç sırasında uğur getirsin diye yer değişimi yaparız. Yanımda oturanlarla sık sık yer değiştiririz.”

Bu stadyumlara para nasıl bulunuyor?



Güney Afrika, Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak. 64 maçtan sadece 4 tanesinin Nelspruit'te oynanacak olmasına rağmen, turnuva için buraya 137 milyon dolarlık bir stadyum inşa edildi. Futbolun en önemli şampiyonasına ev sahipliği yapmanın gururunu taşıyan bölge sakinleri, aynı zamanda bir şeyi merak ediyor. Birçoğunun evinde elektrik ya da tuvalet bulunmazken ve hâlâ kirli su birikintilerinden kovalarla eve su taşırken, 46 bin kişilik stadyum için para nasıl bulunuyor?

Nelspruit Belediye Başkanı Lassy Chiwayo, "Saklamaya çalışmanın bir anlamı yok. Yerel yönetim, özellikle Dünya Kupası çerçevesinde tamamen çöktü" diyor.

2009'un ocak ayında Belediye Meclisi Sözcüsü Jimmy Mohlala, evinin önünde vuruldu. Mohlala, stadyum anlaşmalarıyla ilgili olarak bir süredir kanıt topladığını ve yolsuzluklara adı karışanların isimlerini açıklayacağını söylemişti. Stadyumun üstüne inşa edildiği arazinin satın alınması ise oldukça usulsüz bir şekilde yapıldı. İtirazlar sonucu mahkemeye giden anlaşma iptal edildi. Davaya bakan avukat Richard Spor, “Bu, sahtekârlık ve iki yüzlülükten başka bir şey değildi” diyor ve ekliyor: “Peki, Dünya Kupası'ndan sonra elimizde ne kalacak? Stadyumu kullanacak hiçbir takım yok.”

Not: The Newyork Times muhabiri Barry Bearak’in “Futbola milyarlar, Güney Afrikalı yoksullara ise hurdalar” başlıklı çalışması ilgi duyanlar için adrestir...

“I am not man, i am Cantona”


Ken Loach'un ifadesiyle, “futbolun kolektivist yanına vurgu yaparak bize her gün sadece kendi çıkarlarımızı düşünmeyi telkin eden sistemi eleştiren” bir film, Looking for Eric...

Öncelikle şunu peşinen söylemem gerekiyor... Futbolu seven herkesin, hele de Cantona hayranı olanların kaçırmaması gereken bir film... Ken Loach ustanın kurgusu ve sunuşunu ise anlatmaya kelimeler yetmez, ekşi sözlükten paladin bence çok iyi yakalamış “ulan Cantona ne olacak şu fenerin hali, diyecek kadar içine giriyorsunuz filmin”...

Bir Cantona hayranı olan posta işçisi Eric'in olağan yaşamında karşılaştığı olağanüstü sorunları, bunlarla baş etme çabasını konu alan film, futbolu da fonda kullanmış... Müşteri değil taraftar olmanın, dayanışmanın-dostluğun altını kalın bir şekilde çizmiş... Mahallesinde salyangoz satılmasından hoşnut olmayan bir kuşağın Glazer'a tepkisine varıncaya kadar pub muhabbetlerine girdiğimiz, kadeh kaldırıp haydi maça diyesimizin geldiği bir ruhu da filmde görmek mümkün: )

Tabii Cantona'ya duyulan bağlılık derecesindeki saygının, yakaları kaldırıp sorumluluk almanın da ayrıca filme lezeet katan unsurlar olduğunu belirtmeli... Kaçırmayın derim, üzerine konuşuruz..

Saatler 90 dakika ileri alınsın!


Yorgun görünüyorsun... Biraz ama daha çok içim sıkılıyor! Konuya nereden başlayacağımı bilmiyordum... Yarayı kaşımak niyetinde de değildim ama bunu da konuşmayınca, belini kırmayınca muhabbetin olur mu? Olmaz... Saatinin ileri almayı unutmadın umarım... Hayır unutmadım, hatta unutmamak için yatmadan önce almıştım... Neden sordun... Ha yok, öylesine, Galatasaraylı taraftarlar imza toplamışlar da yaz saati uygulamasıyla ilgili.. Haberim yok, nedir mesele? Saatler bir değil, bir buçuk saat ileri alınsınmış... Hadi canım sen de, neden böyle bir şey yapsınlar ki? Bilmem... Alaylı bir şekilde güldüğüm için bir muziplik peşine olduğumu anladı.. Çıkar şu ağzındaki baklayı da sen de ben de rahatlayalım! Dayanamadım bir kahkaha patlattım... Saatler 90 dakika ileri alınsaymış... Eeee? Bu şekilde Galatasaraylılar da, Fenerbahçe maçının bünyeye verdiği geçici rahatsızlığı yaşamamış olurlarmış! Çok komiksin... Evet muhteşem yaratıcı bir espiri değildi ama en azından derbi muhabbetine yumuşak bir iniş yapmamıza imkan sağlamıştı...

Ellerini iki yana doğru açtı ve şaşkın bir ifadeyle, “ne yapsak olmuyor” dedi... Bu beklediğim bir tepkiydi... Biraz Özhan Canaydın üzerine lafladık; önemli bir spor insanıydı, hizmetleri her daim Galatasaray'ın artı değeri olmuştu... Özellikle centilmenlik ve dostluk geriye bıraktıklarıydı. Tribünlerin takımları, renkleri alkışlarıysa görülmeye değerdi. Hayat acılarla dolu ve en büyük acı da bir yaşamın sona ermesi... Ama devam ediyor işte, futbolcular çekmiş formaları çıkmışlar sahaya, ilk düdükle birlikte kaldığı yerden başlıyor heyecan....

Rijkaard'ın oyuncu seçimleri, Arda'nın oyuna girmesi, Loe Franco'nun yediği, Dos Santos'un kaçırdığı gol, Baros'un hazır olmaması, hakemin vermediği penaltı, Elano'nun tutukluğu, bir dolu maç hikayesiyle devam etti... Durur muyum, Güiza'nın biri elle aldığı gerekçesiyle diğeri ofsayt diye kesilen pozisyonları, yan hakemin devam ettirdiği üç GS'li topçunun açık ofsaytı, Lugano ve Bilica'nın muhteşem uyumu, Santos'un Keita'ya, Vederson'un Sabri'ye kurduğu bariz üstünlük... Araya girmek için sözlerimi bitirmemi dahi beklemedi. Maç boyunca elle tutulur bir pozisyonunuz yoktu... Hiç beklemediğimiz bir dakikada, hiç beklenmedik bir yerden ve aklınıza en son gelecek topçunuzun golüyle kazandınız...

Futbolun da güzel olan yanı bu değil mi? Sana güzel gelir tabii! Keita'nın o muhteşem şutunu Volkan'ın çıkartması da en az golünüz kadar mucizeydi... Bence Volkan'ın maçın son anlarındaki istopu da oldukça komikti... Tahrik edici buluyormuş... Zaten bu hareketleriymiş onları daha da kızdıran, itici gelen... İşin eğlencesi de burada değil mi? Sizin de bayrak dikme hadiseniz vardı... Belden aşağı vurmadık biz ama... Aşağısı yukarısı yok bu işin...

Alex bizi alkışlamanıza gerek yok, saygı gösterin demişti... Okumuşmuş ama çok da ilgisini çekmemiş, daha çok kendi takımının haberlerini okurmuş... Olay şöyle... Manisa maçında Fenerbahçe tribünler Özhan Canaydın'ı alkışlarıyla uğurlayınca sarı-kırmızılı taraftarlar da bu güzel hareketi ödüllendirmek istemişler... Evet alkışladık biz de sahaya çıktığınızda... Biliyorum ama Alex'in sırtına gelen şişeyi görünce Brezilyalının hafta içinde söyledikleri aklıma geldi... Bence tribün görüntüleri güzel ve anlamlıydı! Katılıyorum, uzatmadık bu kadarına razıydık!..

Siz günlük, bizse uzun vadeli başarıları seviyoruz diyordun. Görmüyor musun şampiyon olmuşcasına keyifliyim... Desene sene sonunda da GS şampiyon olacak... Her hafta sizinle oynasak kesin şampiyon oluruz demiştim. Ama her hafta bizimle oynamıyorsunuz. Gülüştük... Sen boşver olmuşu bitmişi, saatler 90 dakika ileri alınsın kampanyasına destek ver...

'Sezen Aksu'ya sempatim var'


Büyüyünce ne olacaksın sorusuna futbolcu yerine Rıdvan diyen çocukların, spor yazarı yerine Uğur Meleke demesine hiç şaşırmayacağım güzel insan bu hafta Karşı Pencere'nin konuğu... Yazılarını beğenerek okuduğumuz, yorumlarını ilgiyle takip ettiğimiz Milliyet gazetesinin sevilen yazarı Uğur Meleke'nin Sezen Aksu hayranı olduğunu biliyor muydunuz? Ryan Giggs'i dünya gözüyle izledim ya daha ne isterim şu ayak topundan diyen Uğur abiyle de güncel futbolun dışına çıktık...

Uğur Meleke ne tür müziklerden keyif alır?

Sezen Aksu'ya özel bir sempatim olduğunu söyleyebilirim. Bütün diskografisinin yanında konser kayıtları, başka albümlerde yer alan şarkıları gibi özel bir arşivim var.

Bir futbol programında kapanış için bir müzik istense nasıl bir seçimi olur?

Bizim Futbol Kulübü'nün jenerik müziği harikaydı. EURO 96'nın şarkısı: Football is coming home.

Dünya Kupası denildiğinde aklına ne gelir?

İlk bilinçli izlediğim Dünya Kupası. Kişisel tarihimin en güzel dünya kupası. Meksika'86.

Bugüne kadar oynanmış maçlar düşünüldüğünde şu maçta tribünde olmayı çok isterdim ya da gittiğim şu maçı unutamadım dediğin bir maç oldu mu?

EURO 2008'deki Çek Cumhuriyeti - Türkiye maçı tabii çok acayipti.

Tribünde olmak isterdim diyebileceğim maç, Meksika'86 İngiltere-Arjantin yarı finali...

Çıplak gözle şu futbolcuyu da izledim ya, daha ne isteyeyim dediğin bir isim var mı?

Ryan Giggs...

Her hafta G.Saray ile oynasaydık şampiyon olurduk!


Siz Gaziantepspor’u, Trabzonspor da bizi yenince haftasonu oynanacak derbinin heyecanı katlandı sanki? Ama ben bi dolu derbi klişesine katlanamıyorum... Nasıl yani? Maçın oynanacağı zemine kadar muhteşem yorumlar, geri sayımlar, bitmek tükenmek bilmeyen kıyaslamalar, ev sahibi takım avantajı, teknik-taktik analizler, top mu-kale mi hatta yazı mı-tura mı seçilmesi gerektiğine kadar ince hesaplar, yorum kirliliği, ekranın karşısında güneş ışığına bakıyormuşcasına kısılan gözlerimiz... Aman tanrım derbi heyecanı... Hakemin düdüğüne, “ve bu muhteşem maç başladı” anonsuna kadar sürecek tahminler, bilet kuyrukları, yoğun güvenlik önlemleri... Sana da birbirinin aynısı gelmiyor mu bütün bu yaşananlar? Bir yerde öyle tabii de, sen ne olmasını bekliyordun? Hiçbir şey, sadece neden sen kırmızı ben lacivert hayranıyız anlamaya çalışıyorum!

Anlamadım!.. Sanki Fenerbahçe günlük, Galatasaray uzun vadeli başarılara hayranlık duyan insanların sempati duyduğu takımlar... Nereye varacağını merak ediyorum... Acaba bu nedenle mi, derbileri sarı-lacivertliler kazanırken, sezon sonunda sarı-kırmızılılar şampiyon oluyor? Hangi takımı tuttuğunu söyle, sana nasıl bir insan olduğunu söyleyeyim diyorsun yani...

Hayır bir kişilik testi yapmak niyetinde değilim sadece son yıllarda ortaya çıkan tablo beni böyle düşünmeye itti... Picasso’nun tablosu mu? Çok kötüydü farkındasın değil mi? Klişelerden nefret ediyorum diyen sendin! Kızdığımı hissetmiş olmalı ki, geri adım attı... Beşiktaşlılar için ne diyeceksin? Bunun sonu yok biliyorsun... Sen başlattın! İsyankar diyelim o zaman...

Gülüyordu ama kafasında soru işaretlerinin oluştuğunu anlamıştım... Bugüne kadar hangi takımı tutuyorsun sorusuyla defalarca karşılaşmış, neden o takımı tuttuğuna dair bir dolu farklı hikaye dinlemişti belki de... Dayanamadı, yarım kalan şaşkınlığının üzerine gitmekte kararlıydı. Sadede gel, derbiyi Fenerbahçe kazanır demeye mi çalışıyorsun? Uzunca bir sessizlik...

Sence hangisi daha önemli? sorumu bekliyormuşcasına hiç düşünmeden yanıt verdi.. Şampiyonluk tabii ki... Galatasaraylı olduğunu hatırlatmama gerek var mı? Hayır! Durakladı. İçinden neler geçiriyordu şu an bilemiyorum ama hayatı boyunca sorgulamadığı bir şeyin üzerine gidiyordu belli ki... Sesi bu yüzden biraz titrek çıktı, peki ya sen? derken..

Söylediklerimle çelişecek bir cevap vermekten çekindim. Gerçekten şampiyonluk önemli değil miydi benim için? Çok önemliydi ama Galatasaray’ı yenmek de bir o kadar önemli... Sonra kalan maçlar, puan durumu, zirve hesaplarını düşünüp kaçamak bir yanıt verdim... Sizi yenmeden şampiyon olmamız imkansız zaten... Bu cevap onun da hoşuna gitmişti, çünkü onlar için de benzer bir durum söz konusuydu...

Kendi düşüncesini soruya yedirmişti ama kibarca sizi yeneceğiz diyordu... Bu sezon şampiyonluğu kaybettiniz o zaman? Tam tersini düşünsem de onaylıyormuş gibi kafamı salladım, şampiyon olabilirsiniz tabii ki, uzun vadede hedefe ulaşmış olursunuz, fena mı? Gülüşmeler... Gözlerinin içine baktım, nereye geleceğimi merak ediyordu...

Bunu fark ettiğim için ben de lafı geveliyordum... Fanatikliğimizin sınırlarını zorluyorduk ve kendimi daha fazla tutamayacağımı anlamıştım... Sana da birbirinin aynısı gelmiyor mu bütün bu yaşananlar! Başa mı dönüyoruz? Hayır canım ne ilgisi var? Hadi bitir şu maçı artık! Uzatmların da sonuna gelinmişti... Bunu sen istedin... Bütün maçlarımızı Galatasaray ile oynasaydık her sene şampiyon olurduk! Sessizlik...

"Büyük eğlenceyi kaçırdık"


Bu hafta Karşı Pencere’nin konuğu Milliyet gazetesinin usta kalemlerinden Ercan Güven... Ters Köşe’sini beğeniyle takip ettiğimiz Ercan abinin karşısına güncel futbolun dışında sorularla çıktık... Onun futbola dair unutamadığı anısı 30 yıl önce Fenerbahçe’nin Çorzov ile oynadığı karşılaşmada rakip takımın forveti Mastik ile ilgili... Dünya Kupası’na katılamayışımızı ise şu şekilde değerlendiriyor, “küreselleşmenin her türlü eziyetini çekip futbol nimetinden uzak kalmak acıklı”...

Ercan Güven ne tür müziklerden keyif alır?

Müzik olayı biraz karışıktır bende... Şu anda seçtiğim başka olur iki saat sonra başka. Ama birisi “git sevdiğin cd’yi koy” dese, elim ilk olarak klasiklere gider. Bazen caz, bazen Neşet Ertaş. Ruhi Su'yu kırk senedir derin duygularla dinlerim ve pop müzikten nefret ederim.

Bir futbol programında kapanış için bir müzik istense nasıl bir seçimi olur?

Düşünüyorum da bir futbol programının kapanışına Korsakov'un Shehrazad'ından çok uygun bölümler bulunabilir. Coşku ve güç hissi veren bölümler. Örneğin ordunun sarayda karşılanma bölümü. Müthiştir.

Dünya Kupası denildiğinde aklına ne gelir?

Bir Türk vatandaşı olarak hüzünleniyorum doğal olarak... Müsamereye hazırlanıp son anda sahneye çıkamayan ilkokul talebesinin duygularını yaşıyorum. Büyük eğlenceyi kaçırmak gibi geliyor bana, Dünya Kupası'nda olmamak. Acımız daha tazeyken “suçlu” arıyorduk ama şimdi derdimize yanıyoruz. Dünya Kupası adı üzerinde küresel bir olay. Küreselleşmenin her türlü eziyetini çekip futbol nimetinden uzak kalmak acıklı.

Son olarak, bugüne kadar oynanmış maçlar düşünüldüğünde şu maçta tribünde olmayı çok isterdim ya da gittiğim şu maçı unutamadım dediğin bir maç oldu mu?

Benim “unutamadığım” hatıralarım maçlardan değil, Anadolu'dandır. Çoğunlukla da Güneydoğu'dan... Ve çoğunlukla yaşamsal tehlikeler içeren adrenalini yüksek anılar. Yaşamın zorluğunu ifade eden duygusal anılar. Yürek burkan hatıralar. Elinden tutulan bir sporcu, tamir edilen bir tesis, yardım gelen mezra, var olduğunu fark eden birkaç bölge insanı ile kazanılmış minik zaferleri, büyük sevinçleri içeren hatıralar.

Ama illaki futbol istiyorsanız... Unutamadığım maç Fenerbahçe - Çorzov... Ufak bir hesapla 33 sene falan geçmiş olmalı üzerinden. Mastik diye bir santrforları vardı ve perişan etmişti Fenerbahçe'yi. Ben de çömez gazeteciyim. O zamanlar maç biterken soyunma odasına inilir, adamlar giyinip kuşanırken etrafı sarılırdı gazeteciler tarafından. Ben de yerimi almışım. En gözde adam Mastik. Ona soru sormaya çalışıyoruz itiş kakış. Bir an ciddi şekilde kızgın olduğumu anladım Mastik'e karşı. Hani sıkı bir dayak yemişiz de dayağı atan adam gibi.... Düşman gibi görüyorum apaçık... Çabuk toparlandım. Hemen gazeteci olduğumu hatırladım ve bir daha da unutmadım.

Kadıköy'de Galatasaray marşı!


Rıhtımdan yukarıya doğru yürüyorduk, hadi tırmanmak diyelim şuna... Meşhur balıkçıların sokağından geçip hemen yukarı kıvrımlardan birine saptık... Kara tahtaya tebeşirle yazmışlar, “maç keyfi burda” diye... Mekan Kadıköy, malum Fenerbahçe'de tadını tuzunu kaçırmış futbol muhabbetlerimizin.. Hınzırın hatrına oturduk, bir yandan da Galatasaray-Ankaragücü maçını izlemeye karar verdik..

Önden bir iki muhabbet, maçın başlamasını bekliyoruz, karşılıklı iki LCD televizyonu da çakmışlar, iki spiker maçı anlatacak hesapta... Birinin sesi karşımdan diğerinin arkada geliyor sanki... “İki spiker arkalarında Alex oynar mı?” esprisiyle gülüştük biraz... “Alex oynamayınca takım kazanamıyor,” arapasıyla da maç keyfini, ligin kaderiyle karşı karşıya bırakmış olduk...

Bursaspor, şampiyon olacak gibi... Ama Sivasspor da böyle bir çıkış yapmıştı... Hem Sivas'ın İstanbul'da taraftarı çoktu... Ama Bursa'nın taraftarı daha ateşli... Ertuğrul Sağlam var takımın başında... Orada da Bülent Uygun vardı... Vardı da ne oldu, şimdi nerede? Sağlam, Kayserispor'dan sonra Beşiktaş'ta da iyi işler yaptı... Sonra? Kovuldu!

Beşiktaş demişken... Kartal da geliyor arkadan... Mustafa Denizli'nin kehanetleri tutar mı bir kez daha? Onu bilmem de, Galatasaray Ankaragücü'nü rahat yener! Trabzonspor'dan da puan çıkartırsa şampiyon olur... Erken konuşmayalım... Erkeni mi kalmış, Fenerbahçe resmen koptu yarıştan... Derbi var iki hafta sonra... Boşverin şimdi bunları sağlığınıza... Kadehleri kaldırmıştık ki, Jo golü atınca... Sanki golün şerefine der gibi oldu... Yarasın!

Sağolsun sarı-kırmızı topçu takımı bizi yanıltmadı, Galatasaray tahmin ettiğimiz gibi sahadan 3 puanla ayrıldı... Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi de zora girmişti, takım tamamen değişmeliydi, Daum gitsin, huzur gelsin klişelerine dalma hazırlığındaydık ki, tam o esnada mekanın fanatik garsonları Galatasaray marşı çalmaya başladılar... Böyle ortam da kararınca hafiften balo ortamına döndü iş... Alkış tutup, bayrak sallamaya kadar gider şimdi bu korsan sevinç diye de içimden kıs kıs güldüm...

Bir şok haliydi tabii! Ne oluyoruz şaşkınlığı.. Aklımızda, Florya'da antrenman sırasında telefonunun melodisi Fenerbahçe marşı çaldığı için Arda'nın taraftarın üzerine yürümesi de olunca, itiraf etmeliyim tedirgin de oldum...

Hani bizde oluyor böyle şeyler; kapat şunu-kapatmam derken bir dolu tantana kopar mı?

Kopar! Bu kez kopmadı... Çocuklar fazla uzatmadı eğlenceyi, ama uzatsalar da kimsenin sesi çıkmayacaktı zaten... Fenerbahçeliler çoktan ümidi kesmiş, hani biz olmasak Bursa olsun diyecek hali dahi yok hiçbirinin, hava boşluğuna bırakmışlar ligin kaderini, rüzgar nereye eserse...

Kara tahtaya yazmışlar, maç keyfi burda diye...

Bahtı kara Fenerbahçeli'nin de maçtan alacağı keyif bu kadar olur işte...

"O mucizenin göbeğinde yaşadım"


Bu hafta 'Karşı Pencere'nin konuğu, yakından tanıdığımız bir isim, şu an Milli Takım İletişim Sorumluluğu görevini de yürüten usta gazeteci Yiğiter Uluğ... Hiddink'in imza töreni, basın toplantıları vs, bir hayli yoğun bir döneminde bize zaman ayırdığı için Yiğiter abiye bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum... Biraz güncel-sporun dışına çıkmaya çalıştık; müzikten, tribünden, Dünya Kupası'ndan sorularla çıktım karşsına, oldukça da keyifli yanıtlar geldi...

Yiğiter Uluğ ne tür müziklerden keyif alır?

Genel bir başlık vermek gerekirse, "world music" diyebiliriz. Etnik müziklere büyük ilgim var. On yıllar önce Yunan müziğine ilgi duyarak çıktığım yolculukta artık çok farklı kıtalardan çok farklı dillere ve seslere kulak verir hale geldim. Evde yazı yazarken ya da düşünce yoğunluğum arttığında klasik müzik dinlemeyi de severim. Caz standartlarına her zaman belli bir ilgim oldu. New age'e de öyle... Klasikten beslenen, new age ile etnik tonları ona yaklaştıran bestecilere hayranım. Eleni Karaindrou gibi...

Dünya Kupası denildiğinde aklına ne gelir?

1982 Dünya Kupası'nda, belki de futbol tarihinin en "yakışıklı" takımı olan Brezilya'nın, İtalya tarafından 3-2'lik skorla elendiği maç ve onunla birlikte yaşadığım duygusal travma. Bunu zaten 2002 yılında İletişim Yayınları'ndan çıkan Dünya Kupası kitabında da anlatmıştım. Tabii bir de İlhan Mansız'ın Senegal filelerine mıhladığı topla birlikte kendimi kaybedişim.

Ve son olarak, bugüne kadar oynanmış maçlar düşünüldüğünde şu maçta tribünde olmayı çok isterdim ya da gittiğim şu maçı unutamadım dediğin bir maç oldu mu?

Tribünden izlediğim ve unutamadığım maçlar arasında tarihe geçmiş olanlar var: Türkiye-Avusturya: 0-1 (1977), Türkiye-İngiltere: 0-0 (1987), Galatasaray-Neuchatel: 5-0 (1988), Galatasaray-Fenerbahçe: 3-4 (1989), Türkiye-Hollanda: 1-0 (1997), Barcelona-Real Madrid: 3-0 (1999), Fenerbahçe-Gaziantep: 4-3 (2001).

Euro 2008'de Türkiye'nin oynadığı tüm maçların bende apayrı bir yeri var. Kimini tribünden, kimini saha içinden, kiminin ilk yarısını tribünden, ikinci yarısını soyunma odasındaki TV'den, kimini de baştan sona çıkış tünelinden izledim. O mucizenin göbeğinde yaşadım. Ve İstanbul'a döndüğümde kendimi birkaç yaş daha olgunlaşmış hissettim (belki de yaşlanmak böyle bir şey).

Basketbolda Efes Pilsen, Koraç Kupası'nı Milano'da kaldırırken (1996), Türk Milli Takımı 12 yıl aradan sonra Avrupa Şampiyonası'na gidip ilk galibiyeti alırken (1993), tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası finaline yükselirken (2001) "oradaydım".

Yerinde izlemeyi çok istediğim ama başaramadığım maçlarsa 2000 yılında Kopenhag'daki UEFA finali, aynı yılın Ağustosunda Galatasaray'ın Real Madrid'i Monaco'da yendiği Süper Kupa ve 2002 Dünya Kupası'ndaki Brezilya-Türkiye yarı finalidir herhalde...