15 Mayıs 2010 Cumartesi

En güzel 100. yıl bizim 100. yıl

Bugün (15 Mayıs), St. Pauli’nin gayriresmî marşı olan AC/DC parçası ‘Hell’s Bells’ , kulübün 100. yaşı şerefine gümbürdeyecek. Tekrar Bundesliga’ya yükselen St. Pauli’nin muhalif geleneğinden geriye ne kaldığı tartışılıyor.

St. Pauli, 100. yaş gününü FC United of Manchester’la oynayarak kutluyor. Hani şu, Man. United’larının ABD’li zengin Glazer tarafından satın alınmasına ve futbolun baştan aşağı ‘para işi’ haline gelmesine tepki gösteren taraftarların kurduğu, 7. kümede 5 bin seyirci ortalamasıyla oynayan kulüp. Endüstriyel futbola ve ırkçılığa karşı tutumlarında, St. Pauli’yle ortaklar.

Yine bugün, St. Pauli’nin 2004’ten beri düzenlediği ırkçılık karşıtı taraftar turnuvasının finali var.
Kutlamalar, salıya Celtic maçıyla devam edecek. 1995’te yaptıkları dostluk maçından beri, iki kulübün taraftarları pek sevişiyor. Bazıları için bu muhabbet politik yakınlığa dayanıyor, çoğunluk için ise futbol neşesinde ortaklığa, beraber içip eğlenmeyi sevmelerine... 23’ünde bir mahallede St. Pauli köyü kurulacak, faaliyet gösterilen 17 branşta, herkesin katılımına açık bir spor şenliği yapılacak. Son nokta: 29 Mayıs’ta, kulübün taraftarı olan müzisyen ve grupların (ki sıkı bir listedir) konseri.
2. Ligde ikinci sırayı alarak beşinci kez Bundesliga’ya yükselen St. Pauli, malûm, endüstrileşmeye, ırkçılığa, homofobiye karşı tutumuyla ve stadında yarattığı neşeli ortamla, basbayağı dünya çapında şöhrete sahip. Yine malûm, (6 Ocak 2009’ta yazmıştım, Çarşamba da Taraf’ta Fikret Doğan gündeme getirdi) bu şöhretin artık bir pazarlama nesnesine dönüştüğü tartışılıyor. 2003’te iflastan kurtulmalarını sağlayan muazzam seferberlik esnasında, ‘McDonald’s’dan bile sponsorluk almaya razı olmaları üzerine başlamıştı bu tartışma. O zaman pazarlama haklarını 30 yıllığına verdikleri firma, St. Pauli imajını pazarlamayı iyice ileri götürdü. Envai çeşit St. Pauli ‘ürünü’ ortalığı kapladı, sırıtan kuru kafalı meşhur taraftar arması şirinlik muskası olarak her köşede boy gösteriyor.
İşgal evleri ve ‘batakhanelerin’ damgasını vurduğu yoksul bölgede uygulanan mutenalaştırma politikaları semtin profilini değiştirirken, tribünlerin profili de değişiyor. Artık efsanevi Millerntor stadında da localar, pahalı biletler var. 2008’de Küba milli takımıyla oynanan bir maçla açılan Güney kale arkası tribününde konuşlanan Ultra’lar, yeni seyirci profilinin apolitikleşmesinden, tüketiciye-müşteriye dönüşmesinden rahatsızlar. Diğer taraftan Ultra’ları nostaljik bir solculukla ahkâm kesmekle, kendilerini tribünün efendisi saymakla, hatta zorbalığa meyletmekle suçlayanlar var. Bütün bunlar taraftar forumlarında hararetle tartışılıyor, yani canlı, diri, sorgulayan bir ‘kamuoyu’ var St. Pauli’nin.
En azından buna bakarak, Fikret Doğan kıymetlimiz kadar gaddar olamıyor, geriye kalanın St. Pauli’nin zombisinden ibaret olduğunu söyleyemiyorum. Kahverengi-Beyaz’ın kült şahsiyetlerinden, 11 yıl oynadığı kulüpte başkan yardımcılığının ardından üç buçuk yıldır teknik direktörlüğü üstlenen Holger Stanislawski: “Piyasaya uymaya mecburuz ama ruhumuzu satmayız” diyor. Piyasanın karşı konulmaz icapları ile ‘gelenek’ arasında bir orta yol bulmaya, ‘duyarlılıkları’ korumaya çabalıyorlar.

Misal, kapasitesi 27 bin kişiye çıkarılacak olan stadda 15 bin kişilik yerin ayakta maç izleyeceklere ayrılması gibi. Müzik yayınının ve anonsların taraftarın rolünü çalmamasına özen göstermek gibi. Kabul, St. Pauli, FC United of Manchester kadar ‘radikal’ değil, ama hiç değilse bir ‘dert’ var orada. Hem ne de olsa eski göz ağrısıdır. Nice yaşlara... (Tanıl Bora, Radikal)

Hiç yorum yok: